Ramazan yaşandığı her kente
bir başka hava katar. Üstelik o kent Şanlıurfa ise ramazan da başkalaşır, ramazan
ile birlikte kentte. Konuyu burada daha detaylı anlatmak gerekir diye
düşünüyorum. Bugün “Ah nerede, o eski ramazanlar” diye iç geçiren kentleri bir
yana koyun, Şanlıurfa sizin bu özlem dolu cümleyi kurmanıza asla izin
vermeyecektir.
Bir kent düşünün ki, tıpkı
bir niyetli kadar sabırla iftarı bekler. Eğer aylardan ramazan ise sabahları
açmaz lokantaları iftarı beklerler, geceleri ise kapamaz sahuru yaşarlar. Şehir
bir günde, bir başka hal alır. Erkenden tenhalaşan sokaklar, günün dili damağa
yapıştıran sıcaklığı geçsin diye güneşin batmasını bekler. Ne zaman ki belirir
ay gökte, sokaklar canlanır, darabalar aralanır. Defler, neylere karışır
Balıklıgöl’de. Tutulan saflar sıklaşır.
Ne gelir aklınıza ramazan
denince. Bir düşünün! Hacivat karagöz, ramazan pidesi, güllaç, hurma… Aklınıza
her ne geldiyse, siz üstüne bir o kadarını daha katın. Dedim ya, ramazan bu
kentte başka yaşanır. İftar menülerinde Urfa’nın saklanmış tatları belirir
aniden, bulgur isotla bin bir hal alır bu kenttin sofralarında. Sofranın
başında el açmış, saatlerin getirdiği susuzluğun geri sayımı başlamışken, nasıl
beklenirse o kubbede ezan sesi, öyle bekler Urfa da ramazanı. Peş peşe yükselir
sesler minarelerden ve derken aniden top patlar. ‘Allah kabul etsin’lerle her
niyetli zemzem suyu niyetine ilk suyunu yudumlar, ilk lokmayı tadar. Halen
evine yetişememişler varsa, tenha sokakta son dakikada ekmeğin ucundan koparanları
görürsünüz ya da “Kardeş gel, sofra hazır” diye sofrasına davet edenleri, bir
bardak su uzatanları, sofraya bir tabak fazla koyanları…
Evde çocuklar sırtlarda
taşınır. Bir ileri bir geri giderek, oyalayayım derken çocuğu kendi de zaman
geçirir böylece. Gitgide yaklaşırken iftar, sofralar beraberce kurulur. Sular
dolar bardaklara, başında beklenir. Ha okundu, ha okunacak derken ezan,
nahitten minarelere tırmanmaya koyulur bile müezzin…
Siz meyan şerbetini bilir
misiniz peki… Urfa denince meyan şerbetsiz bir ramazan olmaz. Olmazsa olmazıdır
şerbet ramazanın. Köpük köpük şerbet,
bakır güğümlerden taşar. Bir bardak, bir bardak daha derken kavuran günün tüm
izlerini siler meyan şerbeti. “Biyam Balı” adını alır, bardağa dolunca meyan
şerbeti.
Ramazan sofrasının başköşesinde
elbette ramazan pidesi de vardır. Ama Urfa’da pidenin tadı da bir başkadır. Taş
fırında pişer pideler, kabartır da kabartır göğsünü konacağı sofraların
gururuymuşçasına. Uzaktan gelen ilk ezan sesini duyar duymaz, minik ellerini sıcak pideyle yaka yaka
adımlarını sıklaştıran o çocuk nasıl eve yetişmeye çalışırsa, siz de onun kadar
çabuk ulaşmak isteyeceksinizdir kentin bir iftar sofrasına. Daha mırra fincana
konmadan, bereketinden tadamadığınız neler kalır sofradan geriye. Halil İbrahim’in
bereketinden her sofra nasibini mutlaka alacaktır bu şehirde.
Kubbe evlerin arasından
süzülen, dev mağaralardan taşan, dar sokaklardan dolanıp kulağınıza çarpan ezan
sesini Urfa’da bir kez duydunuz mu, bir kez daha duymak artık boynunuza borç olacaktır.
Urfa’da ezanlara zikirler ortaklık eder. Dergâhta nidalar yükseldikçe,
uzaklaşır dünya halinden huzura dalarsınız. Balıklıgöl’de her bir balık nasıl
ağzını açıp her bir yem tanesini beklerse, her bir dilek de burada vaktinin
dolacağı anı bekler.
Ateşin suya dönüştü bu
şehirde, tüm günün açlığı ve susuzluğu ise sabra dönüşür. Çatlak toprağın suya
kavuştuğu gibi, Fırat’ın sessiz ama derin aktığı gibi zaman da su gibi akar
gider; hızlı ve serin. Akşam ezanını bekleyen gün, sıcakla uzayınca imdada Hasan
Paşa Camii’nde ayakları sula salıp beklemek yetişir. Her yaştan insan, beklenen
bir başka şey olsa belki de anlaşamayacakken, beraberce beklerler bu defa günün
sonlanmasını. Abdest alanları, dua okuyanları, kuşlara yem atanları, ağaç
gölgesinde tefekküre dalanları ile ramazan dergâhtan bakınca bambaşka görünür
gözünüze.
Ve derken akşam olur,
bitiyor denen gün yerini günden hızlı bir geceye bırakır. Uyumaz ramazanda
Urfa, sokakları başka, sesi başka olur. Henüz soğurken gün boyu ısınan Urfa
taşları, davulcu, tek tek her kapıyı çalan bir tokmak gibi tok bir sesle vurur
davula. “Kalk” der, “Sayılı zaman bu, çabuk geçer”.
Mangalda köz tazelenir,
başlar sahur. Uykuyu ertelemiş gözler, sabahın ilk ışıklarında su serpilerek
söndürülecek mangallardan yükselen dumanla ancak karşı kaldırımı görür. Acının
en yaraşırını seçer Urfa bu defa, dürümler sarar can-ı ciğerine.
Ayırmaz bu şehir oruçlu
oruçsuz diye, her el herkes için doğrulur semaya, her sofra herkes için kurulur.
Niyetsiz de olsa biri, yanında içmez suyunu niyetlinin, ekmeğini diğer nefsi
anlayarak tadar. Açın halinden, mazlumun derdinden, beklemekten anlar. Ve bilir
ki her bekleyişin sonu selamettir elbet. O istemesini de bilir, beklemesini de.
Tek tek odalarda ışıklar
kapanırken, bu defa kuş seslerini duyarsınız, damlarda beslenen güvercinler
şehri seyrü sefer eder. Yastığa başınızı koymadan daha, bir başka iftarın
nöbeti için şükrünü eder. “Ekmek yer kuruca, su içer duruca ve niyet eder bu
şehir, her yıl bir başka ramazanı daha yaşamaya.” 21.07.11
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder