22 Temmuz 2013 Pazartesi

URFA'DA RAMAZAN, RAMAZAN'DA URFA! / Didem Açar




Ramazan yaşandığı her kente bir başka hava katar. Üstelik o kent Şanlıurfa ise ramazan da başkalaşır, ramazan ile birlikte kentte. Konuyu burada daha detaylı anlatmak gerekir diye düşünüyorum. Bugün “Ah nerede, o eski ramazanlar” diye iç geçiren kentleri bir yana koyun, Şanlıurfa sizin bu özlem dolu cümleyi kurmanıza asla izin vermeyecektir. 

Bir kent düşünün ki, tıpkı bir niyetli kadar sabırla iftarı bekler. Eğer aylardan ramazan ise sabahları açmaz lokantaları iftarı beklerler, geceleri ise kapamaz sahuru yaşarlar. Şehir bir günde, bir başka hal alır. Erkenden tenhalaşan sokaklar, günün dili damağa yapıştıran sıcaklığı geçsin diye güneşin batmasını bekler. Ne zaman ki belirir ay gökte, sokaklar canlanır, darabalar aralanır. Defler, neylere karışır Balıklıgöl’de. Tutulan saflar sıklaşır.

Ne gelir aklınıza ramazan denince. Bir düşünün! Hacivat karagöz, ramazan pidesi, güllaç, hurma… Aklınıza her ne geldiyse, siz üstüne bir o kadarını daha katın. Dedim ya, ramazan bu kentte başka yaşanır. İftar menülerinde Urfa’nın saklanmış tatları belirir aniden, bulgur isotla bin bir hal alır bu kenttin sofralarında. Sofranın başında el açmış, saatlerin getirdiği susuzluğun geri sayımı başlamışken, nasıl beklenirse o kubbede ezan sesi, öyle bekler Urfa da ramazanı. Peş peşe yükselir sesler minarelerden ve derken aniden top patlar. ‘Allah kabul etsin’lerle her niyetli zemzem suyu niyetine ilk suyunu yudumlar, ilk lokmayı tadar. Halen evine yetişememişler varsa, tenha sokakta son dakikada ekmeğin ucundan koparanları görürsünüz ya da “Kardeş gel, sofra hazır” diye sofrasına davet edenleri, bir bardak su uzatanları, sofraya bir tabak fazla koyanları…

Evde çocuklar sırtlarda taşınır. Bir ileri bir geri giderek, oyalayayım derken çocuğu kendi de zaman geçirir böylece. Gitgide yaklaşırken iftar, sofralar beraberce kurulur. Sular dolar bardaklara, başında beklenir. Ha okundu, ha okunacak derken ezan, nahitten minarelere tırmanmaya koyulur bile müezzin…

Siz meyan şerbetini bilir misiniz peki… Urfa denince meyan şerbetsiz bir ramazan olmaz. Olmazsa olmazıdır şerbet ramazanın.  Köpük köpük şerbet, bakır güğümlerden taşar. Bir bardak, bir bardak daha derken kavuran günün tüm izlerini siler meyan şerbeti. “Biyam Balı” adını alır, bardağa dolunca meyan şerbeti.

Ramazan sofrasının başköşesinde elbette ramazan pidesi de vardır. Ama Urfa’da pidenin tadı da bir başkadır. Taş fırında pişer pideler, kabartır da kabartır göğsünü konacağı sofraların gururuymuşçasına. Uzaktan gelen ilk ezan sesini duyar duymaz,  minik ellerini sıcak pideyle yaka yaka adımlarını sıklaştıran o çocuk nasıl eve yetişmeye çalışırsa, siz de onun kadar çabuk ulaşmak isteyeceksinizdir kentin bir iftar sofrasına. Daha mırra fincana konmadan, bereketinden tadamadığınız neler kalır sofradan geriye. Halil İbrahim’in bereketinden her sofra nasibini mutlaka alacaktır bu şehirde. 

Kubbe evlerin arasından süzülen, dev mağaralardan taşan, dar sokaklardan dolanıp kulağınıza çarpan ezan sesini Urfa’da bir kez duydunuz mu, bir kez daha duymak artık boynunuza borç olacaktır. Urfa’da ezanlara zikirler ortaklık eder. Dergâhta nidalar yükseldikçe, uzaklaşır dünya halinden huzura dalarsınız. Balıklıgöl’de her bir balık nasıl ağzını açıp her bir yem tanesini beklerse, her bir dilek de burada vaktinin dolacağı anı bekler.

Ateşin suya dönüştü bu şehirde, tüm günün açlığı ve susuzluğu ise sabra dönüşür. Çatlak toprağın suya kavuştuğu gibi, Fırat’ın sessiz ama derin aktığı gibi zaman da su gibi akar gider; hızlı ve serin. Akşam ezanını bekleyen gün, sıcakla uzayınca imdada Hasan Paşa Camii’nde ayakları sula salıp beklemek yetişir. Her yaştan insan, beklenen bir başka şey olsa belki de anlaşamayacakken, beraberce beklerler bu defa günün sonlanmasını. Abdest alanları, dua okuyanları, kuşlara yem atanları, ağaç gölgesinde tefekküre dalanları ile ramazan dergâhtan bakınca bambaşka görünür gözünüze.

Ve derken akşam olur, bitiyor denen gün yerini günden hızlı bir geceye bırakır. Uyumaz ramazanda Urfa, sokakları başka, sesi başka olur. Henüz soğurken gün boyu ısınan Urfa taşları, davulcu, tek tek her kapıyı çalan bir tokmak gibi tok bir sesle vurur davula. “Kalk” der, “Sayılı zaman bu, çabuk geçer”. 

Mangalda köz tazelenir, başlar sahur. Uykuyu ertelemiş gözler, sabahın ilk ışıklarında su serpilerek söndürülecek mangallardan yükselen dumanla ancak karşı kaldırımı görür. Acının en yaraşırını seçer Urfa bu defa, dürümler sarar can-ı ciğerine. 

Ayırmaz bu şehir oruçlu oruçsuz diye, her el herkes için doğrulur semaya, her sofra herkes için kurulur. Niyetsiz de olsa biri, yanında içmez suyunu niyetlinin, ekmeğini diğer nefsi anlayarak tadar. Açın halinden, mazlumun derdinden, beklemekten anlar. Ve bilir ki her bekleyişin sonu selamettir elbet. O istemesini de bilir, beklemesini de.   
Tek tek odalarda ışıklar kapanırken, bu defa kuş seslerini duyarsınız, damlarda beslenen güvercinler şehri seyrü sefer eder. Yastığa başınızı koymadan daha, bir başka iftarın nöbeti için şükrünü eder. “Ekmek yer kuruca, su içer duruca ve niyet eder bu şehir, her yıl bir başka ramazanı daha yaşamaya.”                                        21.07.11

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder