24 Mayıs 2014 Cumartesi

HOŞÇA KAL NOTU / DİDEM AÇAR

27 Mart 2010, 14:56


Çocukken ağaçtan düşmüştüm. İlk defa tırmanmıştım merak edip, ben bağ, bahçe bilmezdim. Apartmanlara kapatılmıştı çocukluğum. Çizgi filmler, oyuncaklar, kalem kağıt, akşam masalları... Dizlerimi kanatan çok çocukluk anım olmadı. Olanları unutturacak olan bir şeyde pek çıkmadı. Empati yetim belki bu yüzden normalden fazla gelişti. Gördüklerimi içselleştirerek büyüdüm hep. Ağaca çıktığımda da inememiştim. Ben inmeye çalışırken çoktan diğerleri koşmaya başlamıştı düzlükte. Ve düştüm. İzi hala durur. Şimdi aynı hissi yaşadım, yukardan diğerlerinin uzaklaşmasından duyduğum korkuyu, yetişemeyeceğim oyuna beni almayacaklar endişesini, yolu nasıl bulurum yalnızlığını. Alışık olmayan ellerimin çizilip kanaması bir yandan, sildikçe göz yaşlarının çizikleri yakması bir yandan. Kapatıp gözlerimi o dala ayak attığımda hangi dalı seçmem gerektiğini bilmiyordum. Sadece en yakın oydu, demek o olmalıydı. Doğru dalı bulabilecek kadar şanslı değildim. Ama bir o kadar da şanslıydım düşmeyi öğrenecek kadar. Şimdi inmeyi bilmediğim hiç bir yere çıkmam. Ne bir ağaca, ne bir kalbe, ne bir kariyere. İşte bu yüzden sen çık ben beklerim. Sen belki yukardan çok şeyi daha net görürsün manzaran güzeldir benimkinden ama, ben de seni kendini hiç göremeyeceğin bir yerden görmüş oldum. Hoşçakal. Yolun açık olsun 

Bu ve bu gibi nedenlerle... / DİDEM AÇAR

27 Mart 2011, 14:08  


Bazen yazmak gelmiyor insanın içinden. Yemek yemeyi istememek gibi, sofraya durup bakmak gibi. Ölmemek için yer gibi yazıyor insan bazen de. Dünyanın dört bir yanında karmaşaları duyunca, görünce, şu şöyle bu böyle demek yerine; susmayı yeğliyorsun. İlk kalemin iştahı kaçıyor. Sevdiğin yazarların bugün güneşten mahrum odalarda beklediğini bilince önce yazmaya küsüyorsun. Doğru yanlış bilmem ben ilk yazmaktan kaçar oldum son zamanlarda. Canımı sıkan şeylerin bir yerlerde birikmesinden mi bıktım nedir? Dünya ilk kelimelerimden kemirmeye başladı. Kısaldı cümleler, söylesen ne olur bezginliği yaptı bende. Koca bir sıfatlar kalabalığı, bu pazar beni oturtup masanın başına kerpetenle söken cümlelerimi. Ondan bir bakıyorsunuz ki çok şey yazıp hiçbir şey anlatmamışım. Bu bir kamuflaj, bu nasıl sorusuna ezbere iyiyim demek gibi. Bu her yüksek sesle söylediğinde içinde ki sesi biraz daha bastırmak gibi.  Bu kaybettiğin bir yakının ardından eşyalarını dağıtmak gibi, bu çok sevdiğin birine yazdıklarını okuyup birer birer silmek gibi, bu en sevdiğin küpenin tekinin bir yerde kaybolması gibi, bu tek kalmış bir fotoğrafa su dökülmesi gibi, bu akvaryumunun patlaması gibi, bu yayınının durdurulması gibi, bu maçta kırmızı kart görmek gibi, bu şarkının en sevdiğin yerinde plağın takılması gibi, bu çığlık seslerine uyanmak gibi, bu babanın ağlaması gibi, bu askerdeki oğlundan telefon beklemek gibi, bu yaraya kolonya döker gibi, balonun patlaması gibi, bu köpeğinin ölmesi gibi, bu orman yangını gibi, bu sahnedeyken elektriklerin kesilmesi gibi, bu sevgilinin en yakın dostuna aşık olması gibi, bu göle petrol karışması gibi, bu çocukluk arkadaşının ölümü gibi, bu büyüdüğün evden taşınmak gibi, bu üşümek gibi, bu tüm gün iş arayıp parasız eve dönmek gibi, bu yarın buluşacakken terk edilmek gibi, bu iftiraya uğramak gibi, bu yardım mesajının iletilememesi gibi, bu göçük altından sesinin gelmemesi gibi, bu bebeğini karnında kaybetmek gibi, bu ondan hiç haber alamamak gibi, bu bir kayıp yakını olmak gibi, bu bir engeli annesi olmak gibi, bu anlatamayacağım nicesi gibi. Bu ardı arkası gelemeyecek virgüllerine dur diyebilmek için nokta atar gibi. Noktayı üç noktaya bular gibi…Bu çok yazıp anlatmak istediğini anlatamamak gibi…

Baharı başına vuranlara ithafen.../ DİDEM AÇAR

Ben eylülün acı ve bitişlere gebe oluşunu anlamam. Burada eylül yazın ta kendisidir hala, camlar açık uymaktır, gece kalkıp su içme istediğidir . Gel gör ki, eylül çoğu kimse için kışın habercisidir, ayrılık şarkılarından sırf bu yüzden daha çok payını alır. Düşer başkalarının öykülerinde eylül oldu mu yapraklar, oysa ben burada kirazda kurt var mı diye merak edebilirim halen. Ondan eylül bana başkalarını daha iyi anlayabilmeyi öğretir. Daha ilk okulda mevsimler haritasında eylül, ekim, kasım ayları sarı rengi, düşen yaprağı yağmuru anlatırken, benim mevsimlerin başkalarının mevsimlerini tutmaz. Yalan desem onlar haklı çıkar, beni sustururlar. Oysa benim gerçeğim eylülü, ekimi hatta kasımı bile bana sıcak yaşatacaktır. Yaz burada uzun sürer, kış baharsız geliverir. Bir hafta önceki kıyafetlerinle aniden vedalaşırsın hatta öyle ki naftalinlemezsin kimi kıyafetleri hırkaların altına altına giyersin. Vedalar uzun olmalıdır çünkü, öyle aniden kimsenin hayatından gidemediğim gibi hiçbir şeyden de vazgeçemem. Beklerim, şans veririm, sabrederim. Yaşadığın coğrafyanın seni etkilediği doğru, güneş ışınları her yerden daha dik gelir buraya, sıcak ısınmak olmaktan çıkar yanmak olur. Diyeceğim o ki burada mevsimler farklıdır, bakarsın en eylülü henüz yaşarım. Sen kıştan kalma kara aldanıp varırsan yanıma, buzların erir belki ama ben seni soğuk bulurum. Eylülde giden martta dönerse mevsimleri karışmış der geçerim. Her dal mevsiminde yeşerir derseniz de, ben her mevsim yeşil kalanı severim. Benim kışlarım öyle sert geçer ki, tepede güneş varken donuverir ellerin. Güneşe bile inat edebilirim. Havadan nem kapıp aldığın kararları sana havdan sudan da biçebilirim...                                                                                                 7 Mart 2012, 13:29



19 Mayıs 2014 Pazartesi

SENİ SEVİYORUM YA... / DİDEM AÇAR

seni seviyorum ya
beni güzel kılıyorsun
aynaların artık bir anlamı var
beni benden büyük gösteriyorlar
dahalarım var

seni seviyorum ya
şansa inanıyorum artık
en büyük ikramiyesi benim piyangoların
her zara düşeşim
denemeye değerlerim var

seni seviyorum ya
senle çıkılan her yol kısa
bensiz attığın her adım uzak
yaşadığın her yeri
dünyalı olmak telafi ediyor artık

seni seviyorum ya
sen varsın ya artık
bende bir sen var ya
varım yokumsun ya artık
tadım tuzum huzurumsun ya
yokluğuna inadım var

seni seviyorum ya
ve bazen gidiyorsun ya
bu kadarını da yazamayacağım artık...

11.07.2009
14:45



SULTAN'a / DİDEM AÇAR

İlk defa hak etmeyen birine yazıyorum. Bu ilk oluşunu unut istersen.. Pek mühim bir ilk değilsin çünkü. Senin gibi, senin kadar sıradan. Hatta o kadar sıradan ve dikkatimi çekmeyecek birisin ki. Hiç kazık atmadın bana. İki gün aramayınca unutmadın. Beni başkalarına değişmedin. Paramı yemedin. En kötü sözleri önce yüzüme söyledin, sonra belki ardımdan da söylemişsindir yada yüzüme söyledikten sonra zaten hiç gerek kalmamıştır. En toplum zararlısı hatalarımı bile poğaça tarifi anlatıyormuşum gibi dinledin.. O kısmen sevdiğin şairin dediği gibi, “Amerikanca bir filmi, Kürtçe izledin” sen... Küpelerimi yüzsüzce çaldın.. En lanet adamları, o masalda ki külkedisi gibi sana kahraman olarak anlatmama izin verdin.. En iğrenç domatesli yumurtaları ben yaptım diye değil ama, açlıktan ölmemek için yedin. Seni bir sonrakine görmem için hep bir neden bıraktın. Sakladın mektuplarımı, anne poğaçalarını paylaştın benle, ilk evime gelişinde en sana saklı yanlarını, hatalarını, acılarını anlattın, göz yaşını saklamadın. Oysa senin ağlayacağını bile tahmin edemezdi insanlar. Şarap sözünü tutmadın, kaç defa beni çamaşır suyuyla yıkayarak genetiğimi değiştirmeye çalıştın, baba zararlısı bir dost oldun, anneannemin gözüne iyi göründün, akvaryumumdan balık çaldın buna bile bir şey demedim. Benim hep birilerine bir şeyler yazdığım hayatımda, sen en hak etmeyen oldun. Tüm doğum günlerimi başkaları hatırladı, tüm ölüm günlerimde sen yanımda oldun. Tornavidamı sende unuttum, evde tostları hep bana yaptırdın, çayın içine karanfil atıp halt ettin. Kaş alıp ağladığımız oldu, aynayı kremli pamukla silmek zorunda kalınca ilk defa kendimi güzel gördüğüm lekeli bir aynam oldu. Beni hesaba almadın.. Mehmet’e ağlarken nar ekşisi aradın çarşıda. Beni de alıp yanına 'bu daha mühim' dedin. Daha mühim olduğunu, haklı çıkışını elektriği keşfetmiş kadar heyecanla anladım. Gafil bir anımı kollayıp saçlarımı kısa kestirmeme neden oldun. Zayıflarsam güzel olacağım yanılgısına beni hep sürükledin. Telefonunda cin didem çizmeme izin verip, bunu duvar resmi yaparak beni etkilemeye çalıştın, yemedim. Tüm garsonları azarladın, ilk defa hesaba alındıkları için ve en çok yanında ben de olduğum için ses çıkarmadılar. Beni herkesten çok sevmediğini ama sevdiğini hep bildim. Sahneye çıkacaksın diye mesainden çaldım hep. Masalardan tuzluk çaldın, markette fıstık yedin, 1 liralık yüzüğün sahibini iki gün aradım diye ötekileştirdin beni. Aşık olur gibi olduğunda da, tek tanığı olduğum aşkında da bir benle paylaştın, sadece bana emanet edilmiş bir his gibi baktım ona. İl küfrümü senden öğrendim, balıklara çay içirdik beraber balıklıgöl’de, çift mağarada içli köfte yedik, Halfeti’ye hep gidelim dedik gidemedik, zaten bu hayali kurduğum tek kişi de değildin. Biliyorsun o laftan adamlardan biri istese seni hemen satar onla giderdim. Bana bir kurbağa borçlusun, öpünce prens olanından... ve biliyorsun onu bana o gün versen ben hep ona sarılacaktım, yani olan ne varsa suçlusu sensin... 



Şimdi gidiyorsun, sen bana bunu ikinci kez yapıyorsun... 

yazayım mı daha, virgüllerimi neden arttırıyorsun...                                                                                              04 Kasım 2011






MADEN OCAĞINDAN KUĞU BEYAZI YARE MEKTUP / DİDEM AÇAR


Her gün saatlerce genzini yakan o kuzgun siyahın içinden çıktığımda, beyaz olan her şeyden daha da uzaklaştığımı düşünüyorum. Gecenin bir saati bazen sıcak suyla köpük köpük üzerimden akan o katran karasını gördükçe, aynaya bakacak cesaretim oluyor. Sabunun bile en beyazını seviyorum. Beni beyaza yakınlaştıran her şeye, ben daha çok yaklaşıyorum. Annem beyaz çarşaflara yatırıyor beni, özlemişliğimin o da farkında. Oysa hiç dile getirmişliğim yok benim. İkimizde bir sır gibi saklıyoruz birbirimizden bu farkındalığı. Böyle daha çok yakıştırıyorum sana kendimi. Beyaza olan yakınlığım arttıkça, yanına yaklaşmaya cesaretim oluyor. Öyle beyazsın ki.  Sevmem hiç siyahı, hiç siyah giymem ben. Giyenleri de anlamam. Renkler varken neden siyah giyerler. Ama siyahın,  senin kuğu beyazlığına bugün ne kadar yakıştığını görünce; vazgeçtim, siyahın hakkını yemekten.. Beyazlığını ödüllendirdiğini düşündüm. Siyaha bulanmış saatlerden sonra yeryüzüne her çıkışımda, eve dönerken başımı döndüren beyaz bileklerini, beyaz yüzünü, boynunu siyah bir günün ödülü gibi gördüğümü düşündüm. Seni ne kadar sevdiğimi söylesem bir gün sana, kızar mısın acaba bana. İkna etsem kendimi bu defa, içsem ya da zil zurna sarhoş, gözüme gelmese hiç bir şey, -bir daha göremezsem seni- endişem yok olsa. Ne kadar siyah olsam, öyle beyaz kalır mısın bana? 

Sen ey kuğu beyazı yar, öyle beyazsın ki. 
Düşündükçe bir maden ocağında aydınlanıyor günüm. 
Düşündükçe heyecan kaplıyor içimi, nasıl anlatayım ki sana içimde her şey sanki yer değiştiriyor. 
Seni göreceğim diye hakkını veriri gibi geçiyor saatler, zoruma gitmiyor. 
Yerin metrelerce altında zifiri karanlıkta, siyaha bulanırken, yakarken genzimi acılar, seni hala sevebilmek ne müthiş. 
Beyaz olduğun dışarıda ki gibi seni hatırlamak ne müthiş. 
Sen öyle beyazsın ki ve bilsen beyaza öyle muhtacım ki…  
Seni öyle seviyorum ki
Söyleyip kaybetmekten öyle korkuyorum ki. …

                                                                                                                                        22 Mayıs 2010

BİRİ GİDER BAZEN.../ DİDEM AÇAR


Birileri gider bazen…


Göç mevsimi gelir bazen. Sayıca az, anlamca çok gidenler olur. Şaşırır iki kere ikiyi dört bilmiş zihin. Bir gidenle birden, birden de çok nasıl eksik kalınır. Zifiri yalnızlık yerini alır boşlukların. Nöbete tutar hazlar, bir başka yolcu için hazır olura durur. Anlamaz kimse biri gidince nasıl bu kadar eksik kalınır. Matematiğin dili tutulur, tanık olduğu tenhalığa. Birileri gider bu şehirden bazen, ardından kim gelse sesinin bile yankılandığı bir boşluk bulur. İçime çarpar sesler gidenlerin ardından, ne söylesem bana geri gelir. Bir dağ olurum bazen yalnızlığım yegâne, görenler beni dimdik sanır. Bir ben değil belki ama en iyi ben bilirim gitmeyi; en iyi kalan bilir zaten. El sallayanındır gitmek. En çok onun hakkıdır. Çoğunu o taşır gitmenin, diğerinin ölçtüğü hasretten çok, yoldur.    
  
Ne zaman biri gitse bu şehirden, geriye şair isimleri bilmeyen, şiir okumamış insanlar kalır. Tüm bu konuşulacaklar, sohbete nedenlerim içimde kalır. Bir daha kim benimle aynı şairi tanır. Kime kelimeler koleksiyonumu açabilirim ki. Kim anlar turnalardan, anca leyleği havada görmüş dostlar etrafımı sarar. Kof kalabalıklarım olur, gözü kapıda telefonda kalmışlıklarım. Birikirim bir yerlerde kendi kendime. Bir daha gideni ilk gördüğümde nereden başlamalı bilmediğim, geç kalmışlıklarım olur.

Belki en çok bu yüzden yazarım gidenlerime, her giden taşıyamadığı bir şeyi bırakır bana. Emanet gibi baktığım zamanla benim olur. Giden gidişini yeni bir başlangıç sayar, orada ihtiyacı olmayacak şeyleri koyar ardına, bende iki tane olur hasret bu defa, özlem ikiye katlar nüfusunu. Benim bana yetmeyen hayatımda iki kişilik yaşamaya koyulurum. O olsa, o da severdi, o da görseydi, acaba şimdi nasıllarla meraklarımı, yokluklarımı arttırır zaman. Zaman anca büyütür dokunduğu yalnızlıkları, silmesi gerekirken.
  
Kim telkin etse, yaşarken unutulur çok şey, geçer yaralar elbet der. Ama bu rüzgarın bir kayayı yontması kadar zaman alır, unutmak. En hantal eylemdir, unutmak. Hep işini ağırdan alır. Zamanla işveleşir. Ne kadar zaman alırsa, her gidene bir yara gibi bakmaya başlarım ben, hayatın haksızlığına uğradığını düşünen bir yalnız gibi kalır  adım. Müzminleşir yalnızlıklar gidenlerle, vazgeçenlerle. Hep biri daha gider. Gidenler arttıkça, çabuk alışılır her gelene,  giden hayatlara ikame yaşamaktan tükenir içinde saklı zenginlikler. Her parçan birinde kaldığından, bir daha bir araya gelemeyecek bir geçmişin olur.
  
Hep bana kalır yalnızlığın ağırlığı, giden birkaç anıyla gider en hafifinden, bir fotoğraf alır yanına, ya bir mektup kalır onda. Uzun zaman sonra bir gün tesadüf edildiğinde yeniden okunacak olan. Yabancı kalacağı birkaç satır ya eder ya etmez, hep ne kadarı benim bilmediğim hasretler yaşarım ben. Çoğu zaman sahibi bulunamaz hatta yoklukların. İkinci el bir hayat gibi yaşamaya koyulurum ben. Her birinden kalanları birbirine uydurmaya çalışırım el yordamıyla. Kim baksa, uzaktan bile köhne görünür içim. Erken yaşlanmış, yaşından yaşlı bir çocuk gibi, tavan arası bir hayat bekler beni. Dahalarının merakını yitirmiş, keşkelerinin zamanı geçmiş, kala kalırım ortada.

Birileri gider bazen, en iyi de ben bilirim gitmeyi; en iyi kalan bilir zaten. El sallayanındır gitmek..giden hoyrattır zaten, daha gitmeden uzaklaşır.


21.08.2010 14:02

SEYYAR ZAMAN OPERASYONU ('zamanı yok'lara sitem) /DİDEM AÇAR

Şanlıurfa’da, zamanının çoğunu kaçak yollarla dernek köşelerinde harcadıkları iddia edilen kişilere yönelik “seyyar zaman” operasyonu düzenlendi. Bir haber ajansı bürosuna ve dernek binalarına düzenlenen baskınlarda arkadaşlarından çaldıkları zamanı, başkaları ile harcayan 2 kişi gözaltına alındı. Telefonla aradıkları kişilerle “nerde, kaçta” gibi kodlarla iletişim kurarak, koordinat belirttikleri ve çevrelerindeki sabileri de kandırarak dernek binalarına yönlendirdikleri öğrenilen çok sayıda kişi için polis, gecenin ilerleyen saatlerinde operasyon düzenledi. Düzenlenen operasyonda saatlerce, günlerce, haftalarca hatta aylarca aynı şeyleri konuşup, aynı şeylere güldükleri tespit edilen, sayıca çok anlamca az bir çok kişi gözaltına alındı.

BATSIN BU DÜNYA EKOLÜNÜ BATAK DİYE KISALTMIŞLAR

Şanlıurfa merkezde her akşam aynı yere aynı saatlerde giden aynı telefon konuşmasını günlerce yapan şahıslar polisin dikkatini çekti. Kişileri teknik takibe alan emniyet güçleri, işlerinden, ailelerinden, o da yetmezmiş gibi dostlarından çaldıkları zamanı oyun masalarında boşa harcadığını belirlediği kişiler 12 ay süreyle takip ettiler. Takip sonucunda bu kişilerin dünya yıkılsa o noktada buluştukları ve batsın bu dünya ekolünü batak adı altında kısaltarak kendilerini bile kandırdıkları ortaya çıktı.

BİZİ O ELE VERDİ DEĞİL Mİ?

Operasyonun ardından gözaltına alınan kişiler arasında H.K.(124) sağlık kontrolünden geçirilmek üzere Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürülürken, sözde meslektaşlarına seslenerek, “bizi o ele verdi değil mi” şeklinde nidalar attı. H.K.(124)’nın “o” diye kastettiği kişinin ise polis merkezindeki sorgusunda, D.A.(15) olduğu belirlendi.

NERDE, KAÇTA?

Gözaltına alınmalarının ardından savcının ifadelerini aldığı dernek müptelalarının, buradaki sorgularında “Nerde, kaçta? gibi kodlarla buluştukları ve bu yerleri İngiltere, Fransa gibi ülke adları ile gizledikleri öğrenildi. Yine müptelaların ifadelerine göre İngiltere’nin bir ajansın bürosu olduğu, Fransa’nın ise dernek bahçesi olduğu belirtiliyor.

D.A.(15)’İN DUYGULARI İLE OYNADILAR

Sağlık kontrolü sırasında “o” diye hitap ederek suçlanan D.A.(15)’nın ise şikayette bulunmadığı öğrenildi. Adliyede rastlanan D.A.(15): “duygularımla oynadılar, benden çaldıkları zamanı, dernek masalarında harcamışlar, ama ben şikayetçi olmayacağım, elbet adalet yerini bulacaktır” diyerek gözyaşları içinde tepki gösterdi.

D.A: “AÇ DEĞİLİM DEDİKLERİNE İNANMAMIŞTIM”

D.A. bir gazeteciye verdiği röportajda ise: "Hep yanıma gelirlerdi. Zamanlarını benimle geçirmek istediklerini sanır, mutlu olurdum. Bizim örf adetlerimizde var onlara bir şey ikram etmek isterdim. Yemek yiyelim mi teklifinde bulunduğumda genelde aç olmadıklarını ya da canlarının bir şey istemediğini söylerlerdi . O anlarda kendimi sürekli acıkan, oburiks gibi hissederdim. İleriki zamanlarda bu benim kişiliğimi etkiledi ve daha önce hiç teşebbüs etmediğim diyete başladım. Çok pişmanım, meğer başkaları ile yemek yiyip benden saklıyorlarmış" dediği öğrenildi.

KALPLER KIRILDI, DERNEKLERE GİDİLDİ

Gözaltına alınanların ve D.A’nın verdiği ifadelerden yola çıkılarak, masum D.A.’nın henüz mesai saatlerinde iş yerlerinden alınıp beraber zaman geçireceğiz vaatleri ile kandırılmasının ardından H.K. (124) ve A.H.Ç.(-62) tarafından bir süre oyalandıktan sonra eve bırakıldığı ve telefonla aranarak evde olup olmadığının teyit edildikten sonra derneğe gidildiği ifade tutanaklarında yerini aldı.

ÇOBAN, YEĞEN, 56 KOD ADLI TUAF ARKADAŞLIKLAR

Yine polise verilen ifadelerde ilginç detaylara da rastlanıyor. Zaman hırsızları, gönül avcılarının masa başında suça ortak ettikleri kişilere yeğen, çoban, 56 gibi isimler takarak kimliklerini gizledikleri öğrenilirken, buna karşı kendilerine ise ne gibi lakaplar takıldığı sır gibi saklanıyor.

SAĞ KOLU BİYOLOG, AYLARCA AİLESİNE HABERE GİDİYORUM DİYEREK DERNEĞE GİTMİŞ

A.H.Ç.(-62) yapılan araştırma sonrasında biyolog çıktı. Harran Üniversitesi Biyoloji birinci sınıf öğrencisi olduğu öğrenilen A.H.Ç. aylarca ailesine habere gidiyorum diyerek derneğe gitmiş. Buğdayın hücrelerini bile mikroskopta bulabilmesi ile meşhur biyoloji öğrencisi, sınavlarda tökezleyince yakayı ele verdi. Kız arkadaşı Merve H’yi iyi fotoğraf çekerim, çok entelektüelim, çok sosyalim diye kandıran eksili yaşlardaki gencin gözaltına alındığını öğrenen acılı sevgilisi Merve H. ise soruları yanıtsız bırakırken herkesin hayatında zamanını çalan başkaları ile harcayan biri varmış diye sitemlerde bulundu. Merve H.’nin, D.A.(15)’in aksine daha sakin olduğu gözlemlendi.

Görüntüler geçilecek

GÖRÜNTÜ DÖKÜMÜ
-       D.A’nın iş yerinden alınması eve bırakılması
-       H.K’nın haber var diye çıkarak derneğe gitmesi
-       H.K’nın bulunduğu masaya vurularak söyle denmesi
-       Saatlerin içi kan ağlayarak ilerlemesi
-       A.H.Ç.’nin H.K’nın peşinden ayrılmaması
-       Gizlice yenen yemek
-       Genel ve özel detaylar

B: bilinmeyen

HATIRLATMA
BEHÇET NECATİGİL / SEVGİLERİ YARINLARA BIRAKTINIZ

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı

SEN/BEN DEĞERLEMESİ / DİDEM AÇAR




ben senin canın arkadaşın
sen benim canım
araya sıkışan bir kelime
bende bir kelime eksik sen
sen de bir can eksik ben
kim daha eksik yasar gidersen 
bir düşün istersen